OTEL-01

Edip CANSEVER Şiirleri, Hayatı, Eserleri.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Angel Girl
Bilinen Üye
Bilinen Üye
Mesajlar: 1407
Kayıt: 18 Oca 2007, 11:51

OTEL-01

Mesaj gönderen Angel Girl »

OTEL-01

Denizin alçalışıyla otel bir düştü
Binlerce kalıntı şehir değerinde
Sularla kaçışan ölümler türküsü
Sırdaş olan denizlerin diline
Taşlaşmış hayat ürpertileri ardından
Şekilsiz, oynak ve iniltili
Pembe, daha doğrusu bir çocuk gülüşü renginde
Izleri deniz hayvanlarının
Belli ki bir adı var onların, varsa da
Gezinir mi hiç mi hiç adı olmayan burada
Bir dirilişe bile ayak uyduramayan burada
Mevsimi olmayan mevsim sürüleri
Yumuşak yüzgeçleriyle dalgınlığımı yalayan
Anılar, anı sürüleri
Hep birden unutulmuşluğa dadanan
Hep birden, ama tek bir yaratık gibi
Çıkarak gözlerime yarı loş mağrasından
Görülmemiş bir şekilde intihar ederdi.

O zaman belki bendim, belki bir şekil bildirisi
Gibi o zaman işte çok değerli bir taşa
Bakar gibi ben
Istekli, sonra durgun, giderek düşünceli
Derdim ki -daha doğrusu yaşardım-
Mutluluk alışılmış bir kötümserlikti
Ki tarih aldatılırdı, korkardım
Gözü dönmüş bir kuşun göğsünü didikler gibi
Bağrını açar gibi bir azizin
Açardım ben de içimi - bu şehir kimin?
Kimsenin değil -
Baktıkça, baktıkça oaraya bakır
Ne düşerse içine zehir
Köpürür köpürür köpürür
Önce asit, derken bir doğa parçası gibi
Yaprak bir parça yaprak olana kadar
Su bir parça su olana kadar
Ben onlara su ve yaprak diyene kadar
Demek istediğim yaşamak bir parça yaşamak oluncaya kadar
Zamanlar, zaman sürüleri..

Bazı adamlar ki bu zamanlara
Dokunur geçerlerdi
Yani bir piyanya ve onun tek bir tuşuna
Dokunur gibi
Ses, o kalın ses, hiçbir şey umdurmayan
Doru bir at dilinde orman ve su
Korkuyu, sonra da yalnız korkuyu
Büyüten ordan oraya
Sayısız çeşitlendiren onu
Yani bir hayat olarak çıkaran karşımıza
Bir sesti bu
Sadece bşr ses idiyse, bir durup bir boşaldıkça
Içimize düşüren boynumuzu
Yerleşen bizi pek az tanıyan yüzümüze sonra da
Iğrenmenin koşulu bir at gibi durduğu
Bir uzunluğu ya da bir alanı olmayan yüzümüze
Yerleşen
Sızdıkça sızan bir çay saati gibi içimize
Yani bütün bir burukluğu birden içeren
Ve soran birden sorusunu
Hanlarda denk saran yolcuların
Yağmura kuşkuyla bakan
Gözleri gibi
Ses, o büyük ses, desem ki
Sorardı bize durmadan
Sorardı ölümün bütün bildiklerini.

Ölüler dirilirdi. Çıkamazdım ki otelden
Ben otelden hiç çıkamazdım ki
Her şeyi bilen bir adam gibi gelip geçerdi
Kış
Ve hayaletler halinde kuş sürüleri
Gündüz ve gece
Gece desem gece, gündüz desem gündüz
Ve desem ki, sonuncu günü
Dünyanın insan eliyle yaratılmasının
Sonuncu günü
Koridorlardan geçerdim.

Koridorlar ki uzun desem uzun, kısa desem kısa
Aslında bana göre bir şekil
Bir monolog da diyebilirim buna, içinde bir konuşma ürpertisinin =
yer aldığı
Kelimeleri olmayan bir yazı türü belki de
Koridor
Ve benim çağrışımsız sesleri düşüren ellerime
Meyhanelerden gelen ve bir daha gelmeyen
Ölü sesleri
Sokaklarda karşıma çıkan ve bir daha çıkmayan
Ölü sesleri
Masa örtülerinin altına saklanan ve bir daha saklanmayan
Resim ve para sesleri
Ölülerin
Merdivenleri inerdim.

Merdivenleri inmek kolay desem kolay, kolay demesem gene kolay
Bir diyalog olduğu için değil, zaten bir diyalogdur merdivenler
Içinde insan uğultularının yer aldığı
Ve kimsenin kimseye bir şey sormadığı. Ne var ki
Ben onun yanından geçerken
O benim yanımdan geçerken
O döner dönmez köşeyi
Ben yere eğilir eğilmez
O dönüp bakarken gizlice
Ben cebime sokarken elimi
O gözetlerken beni köşeden
Ben başımı çevirirken ansızın
Bir anahtar sesi
Bir sigara gürültüsü
Yere düşen bir çakmak
Kırmızı bir benzin istasyonu belirtisi.

Güya Tanrının hep birlikte olalım diye çizdiği
Bir salon
Ben o salona varıncaya kadar
Tanrı yok -ne kadarda geçmiş aradan-
Salon ki otelin salonu yani
Ve dirilmiş ölüler ayakta
Bir ikon tasviri gibi
Ya da bir Bruegel tablosundaki çılgın
Belli bir zaman parçasını kımıldatıp da içinden
Sayısız zamanlara götüren
O birtakım adamlar
Ki artık ölü bile değil hiçbiri, değil de
Gelecek bir zamanı ısırır gibi
Kocaman dişleriyle
Avurtları, göbekleri ve falluslarıyla
Yani kaç yerinden delinmiş olmalı ki dünya
Dünya desem dünya
Değil desem değil
Yaralı bir hayvan gibi soluk soluğa.

O ben ki seviyordum beni yargılayan
Bir otel diye seviyordum oteli
Kendi yasalarıyla
Aslına bakılırsa kendimi dolaştırıyordum bir bir
Sokakları olmayan bir şehir için
Yaralı ayaklarımla
Alanları, parkları ve afişleri
Olmayan bir şehir için
Ben kimim -ki fülütler çalıyordum bazı-
Çenk ve santur sesleri düşürüyordum Tevrattan
Bir ot, bir çöl motifi
Bir kafatasını, bir h=96 kuşunun haykırışını =
düşürüyordum
Karışık ve acıklı çöpleriyle
Bir cellat ipi, bir korsan gemisi
Bir yargıç ya da bir idam gerekçesi
Zaten düşüyordu kendi kendine
'Çıt' diye bir şey oluyordu bazen de -sessizlik-
Diyelim bir ölü yer değiştiriyordu
Tam yüz 'sene' daha atlayarak geçmişten
Yüz 'sene'
Ama belki de
Issız ve sıcak duvarların ötesinde yaz
Sert ve ince bir kabuk gibi
Çatlayıp duruyordu gizlice
Gidip ellerimi yağ kandillerine sürüyordum
Nedense erimenin bu dıştan tadına
Bırakıyordum kendimi
Yukarda eski bir kule oluyordu, tahta
-Uyarılmış sürgünlüğüm benim-
Tahta desem tahta, değil desem değil

Ya da bir kırıntı bir boşluk canavarının ağzında
Oluyordu ki, bir rüzgar bile hiç yok
Yok dediğim bile hiç yoksa
Batırınca durgun göğsünü
Gök kendini kanatıyordu orada.

Fırtına, fırtına, fırtına
Ben ki en azından bir durgunluğa çağrılıyordum
Her şeyi bir bir yaşamış da..
Ve yanıtsız ve sessiz
Bana kalırsa:
- Yani o sular ki içinden
Peygamber yüklü bir yunus balığa çıkarsa
Hangi ilgi onu bir süre boşlukta tutacak
Canım elbette
Yunus batacak
Yunus batacak -
Cevapla

“Edip Cansever” sayfasına dön