Bidibidi Yenileniyor !

23 Nisan 2021 tarihinden önce hesabın varsa Şifreni Sıfırlaman gerek: TIKLA ŞİFRE SIFIRLA | Her şeye sana özel olan panelinden ulaşabileceksin. Seni evine bekliyoruz: https://www.bidibidi.com


[YENİLENDİ] Kullanıcı, Kayıt, Üyelik ve Profil Sistemi
[YENİLENDİ] Bidibidi Oyun Bölümü

[BEKLİYOR] Forum, Galeri, Diğer Bölümler


KAYDOL

Duyuyor musunuz Sizi Çağırıyoruz?

Size ait , size özel , mektuplar , denemeler , oyunlar , kompozisyonlar, hikayeler , makaleler... Kısacası düz yazılarınızı buradan paylaşıyoruz.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
uzman2769
Durgun Üye
Durgun Üye
Mesajlar: 70
Kayıt: 24 Eyl 2006, 12:28

Duyuyor musunuz Sizi Çağırıyoruz?

Mesaj gönderen uzman2769 »

Gaziantep'ten resmi rakamlara göre biri Teğmen, 5'i Başçavuş, 12’si Çavuş, 30'u Onbaşı ve 455'i Er olmak üzere toplam 502 şehit verdiğimiz Çanakkale Deniz Zaferi'nin 92 yıl dönümünü coşkuyla kutladığımız bu günlerde vatanın her köşesinden milli mücadelede yer alarak şehit olan 250 bin şehidimizi rahmet ve minnetle anıyorum.
Her karış toprağımızın kendine özgü bir trajedisi olduğu gibi her karışının da kendine özgü kahramanlık destanları vardır şüphesiz. Ancak Çanakkale Deniz Zaferi'nin başlı başına bir trajedisi ve başlı başına bir destanı vardır. Bu destanlar, benim yazdığım ve şimdi sizin okuduğunuz gibi masa başında yaşanıp yazılmadı. Teknolojik imkânlardan mahrum, savaş yorgunu ve çoğu zaman yiyecek ekmeği bulmakta zorlanan bir ülke olan Türkiye'ye Çanakkale cephesinden altın vuruşu yapıp ülkeyi parselleme arzusuyla yanıp tutuşurken, bu gün çoğumuzun belki ismini ilk defa duyacağı “Nusrat Mayın Gemisi”yle döşenen mayınların hayallerini Ege Denizi'nin derinliklerine gömeceğinden habersizdi düşmanlar. 7 Mart'ı 8 Mart'a bağlayan gece Nusrat mayın gemisi Yüzbaşı Tophaneli Hakkı Bey ve Müstahkem Mevkii Mayın Grup Komutanı Yüzbaşı Hafız Nazmi (Akpınar) Bey komutasında düşman gemilerinin projektörlerine aldırmadan Anadolu yakasındaki Akyarlar'a ellerinde kalan son 20 mayınlarını bırakmış, ertesi günlerde Ingilizler deniz ve hava keşifleri yapmış ama bu mayınları bulamamışlardı.
Nusrat'ın döşediği mayınlar 18 Mart 1915'te Çanakkale harekâtının kaderini değiştirmiş, ona "dünyanın en ünlü mayın gemisi" unvanını kazandırmıştı. Nusrat’ın mayınları 639 kişilik mürettebatıyla Bouvet, onun ardından Inflexible ve Bolva zırhlılarını sulara gömerek düşmanı hezimete uğratmıştı.
Savaşta dahi insani değerlerden ödün vermeyen Mehmetçiğin mertliğini isterseniz Çanakkale’yi geçemeyenlerden dinleyip devam edelim konumuza;
[Karşımızdaki bir Türk siperinde silâhın ucuna takılmış beyaz bir iç çamaşırı yukarı kaldırılarak sallandı. Her taraf sessizliğe gömülmüştü. Her iki tarafın siperdekileri silahları üzerine doğrulmuş, dikkatle onu takip ediyordu. Siper ardından iri yapılı bir er yükseldi; Kesin tavırlarla yükselttiği çamaşırı silâhı sipere attı. Kendine güvenen tavırlarla yavaş yavaş yaralıya doğru ilerliyordu. Karşı taraf ve çevresiyle ilgilenmiyor; herkes donup kalmış Türk askerini seyrediyordu. Şaşkınlıktan kurtulabilen askerler Mehmetçiğe nişan almaya çalışıyorlardı. Türk askeri, hiçbir şeye aldırmadan yaralının yanına geldi. Nazik yumuşak hareketlerle yaralının kıyafetini düzeltti. Yaralıyı yerden kaldırdı. Yaralının kolunu omzuna koydu. Yavaş ve emin adımlarla yaralıyı bizim tarafa getirdi. Siperimizin üzerine yavaşça bıraktı, geldiği gibi kendi siperine döndü.
Ingiliz siperlerinde şaşkınlık devam ediyordu!
Ingiliz komutanı: "Korkak sıçanlar... Cesaret örneği görün... Hele bunlarla birlikte aynı cephede savaşmanın tadına doyulmaz... Bu yiğit Türk çocukları keşke dostumuz olsalardı. Bu kahramanlarla savaş değil, dostluk yapmalı... Dostluk."
Bu Türk askerine teşekkür bile edemedik.]
Savaş alanlarında günlerce bu kahraman Türk askerinin cesareti, güzelliği ve insan sevgisi konuşuldu.
Şimdi okuyacağınız menkıbenin, insanlara çok çekici gelen ve aklınızda kolaylıkla yer eden bir yumuşaklığı ve tatlılığı göreceksiniz.
[Çanakkale Savaşları'nda, Fransız kuvvetlerine komuta eden General Guro, savaş sırasında bir kolu ile bir bacağının bir kısmını, savaş sırasında bırakarak yurduna dönmüş. Daha sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor:
Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için çocuklarınızla daima iftihar edebilirsiniz. Hiç unutmam. Biraz evvel doğa çevremizde en nefis güzellikteydi.
Suçiçekleri, leylaklar, Peygamber çiçekleri, papatyalar bir gökkuşağı âlemi oluşturuyorlardı. Şimdi, savaş sahasında dövüş bitmiş, o güzelim tablo, kan revan içindeydi. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk. Az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır kayıplar vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutmayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk Askeri kendi gömleğini yırtmış, onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtasıyla bir konuşma yaptık: Niçin, öldürmek istediğin askere şimdi yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
Bu Fransız yaralanınca yanıma düştü. Cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi! Anlamadım!.. Ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok! Istedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün!..
Bu asil ve âlicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı!... O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşların donduğunu hissettim! Çünkü, Türk askerinin göğsünde, bizim askerinkinden çok daha ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı!..
Az sonra ikisi de öldüler!!! ]
Mehmetçiklerimizle ilgili bu duygular bizim değil, günlerce ölümüne bizimle çarpışıp yenilen düşmanlarımıza ait. Isterseniz birazda savaştan çok sonralara dönelim.
ÇANAKKALE'DEN BIR ANI
Faruk Demir anlatıyor:
[Makam arabamın arka koltuğunda bir göreve gidiyorum. Yol uzayınca, elimdeki gazetenin hatıralar bölümünü okumaya başlıyorum. Okuduğum yazının bana ilham ettiği birkaç cümle dökülüyor ağzımdan:
Yahu bu millet gerçekten çok büyük bir millet...
Şoförüm Ünver'le göz göze geliyoruz dikiz aynasından...
Onun bakışları sorduğu için hemen ekliyorum:
Okuduğum hatıra beni çok duygulandırdı. Manevi gücü hafif görmemek lazım.
Okuduğum hatırayı kısaca özetledim. Nerden bilebilirdim ki, buna benzer bir hatırayı da şoförümün bizzat yaşadığını?..
Efendim, o dediğiniz benzer bir hadiseyi ben Çanakkale'de yaşadım.
Çanakkale Savaşlarında mı? Yahu senin yaşın ne ki Çanakkale'den hatıran olsun?
Hayır efendim... Çanakkale Savaşlarıyla ilgili, ama o tarihten değil ... Çok sonralara ait...
Bu defa beni bir merak alıp sardı. Başımı öne doğru uzatıp emir verir gibi rica ettim:
Anlat bakalım, bizzat yaşadığın o hatırayı! Neymiş biz de bilelim...
Şoförüm Ünver şunları anlattı:
Ben askerdeyken oldu. Bir deniz astsubayı ile birlikte jeep içerisinde Çanakkale'nin Kirtepe Köyüne gidecektik. Bir akşamüstü karargâhtan çıktık. Kirtepe Köyü yakınlarında yolda giderken, jeepin farları karşıma acayip bir müfreze çıkardı. Nasıl heyecanlandım, nasıl frene bastım, bende bilmiyorum.
Jeep zınk diye durunca, astsubayım neredeyse camdan fırlayacaktı. Döndü, bana biraz da sertçe sordu:
Ne var, neden durdun?
Elim ayağım tir tir titriyordu. Dedim ki:
Komutanım, siz görmüyor musunuz? Önümüzde tüfekli, teçhizatlı bir manga asker, yolu bölmüş gidiyor. Bakınız, hemen ilerde...
Bu askerlerin kıyafetleri şimdiki gibi değildi. Ben kim olduklarını, ne olduklarını anlamadığım için aptallaşmışken, astsubayım gözlerini ovuşturup yerinden kalktı, oturdu ve mırıldandı:
Çanakkale Harbindeki askerlerin kıyafetleri bu... Başlarında fes var; hepsi poturlu...
Siz de gördünüz mü komutanım?
Görmez miyim? Nizami adımla karşıya geçiyorlar. Biz rüya görmüyoruz, değil mi?
Hayır komutanım! Görevdeyiz; Kirtepe Köyüne gidiyoruz.
Ama ben hayal gördüğümü sanıyorum. Sen de görüyor musun?
Görüyorum komutanım, görüyorum. Nedir bu böyle?..
Hiçbir şey söylemeden müfreze geçene kadar bekledik. Yolun karşısına geçip ağaçlık arazide bir sis bulutu gibi kayboldular.
Ikimiz de donduk kaldık. Jeepi hareket ettirip ilerlemeye başladık, ama ikimizin de benzi kül gibi... Kirtepe Köyüne vardığımızda, bizim şoke olmuş halimizi gören kahveden yaşlı bir amca, yarı muzip gülerek halimizi hatırımızı sordu:
Ne o komutanım, nöbet mangasına mı rast geldiniz yoksa?
Şeyyy, evet... Nedir bu, anlatır mısınız? Siz de mi gördünüz yoksa?
Ihtiyar adam, ah komutanım, ah, diye başladı söze ve şöyle devam etti: Bu manga, Çanakkale Savaşında nöbet tutan mangadır. Fransızlar bu bir manga askeri şehit etmişler o zaman... Ama bu şehit manganın askerleri, ne hikmettir bilinmez, her akşam güneş battıktan sonra görevini yerine getirmek için gidiyormuş gibi uzaklardan gelirler, yolu karşıdan karşıya geçerler, ormanın içine yürüyüp kaybolurlar... Nöbet mangası onlar…

Faruk Demir Bey, bu hatıranın sonunu şöyle bağlıyor:
Şoförüm Ünver, bu askerlik hatırasını anlatırken, o nöbet mangası gözlerimin önünde canlandı. Gönlüm yoğunlaşarak gözlerimden damla olup aktı, yanağımdan göğsüme doğru...
Bu millet gerçekten yücedir, çok yücedir; çoook...]

Evet! Bu milleti yücelten, YÜCE MILLET yapan ana unsur şüphesiz maneviyata olan inançları, hakka hizmet ve hakça bölüşmekti. Demek ki ecdadımız bunu çok güzel yapıyormuş ki, kendileriyle ebediyete kadar övüneceğimiz bir miras bıraktılar. Bizlere yaşanabilir bir dünya, mutlu bir gelecek bırakmak için yurdun her karış toprağını kanlarıyla ıslattılar. Milli şairimiz M. Akif Ersoy'un “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı! Düşün Altındaki binlerce kefensiz yatanı! Sen Şehit oğlusun yazıktır incitme Ata'nı! Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı!” dizeleri, kim olduğumuz ve nasıl olmamız gerektiği konusunda yeterince ışık tutmuyor mu sizce de?... Düşmanları bile kendine hayran bırakan bir ecdadın devamı olan bizlere “Ne oluyoruz” diye sormamız gerekmiyor mu? Aynı amaç uğruna omuz omuza düşmanla çarpışan ve bu uğurda şehit olup toprağa akan kanları birbirine karışan dedelerin torunlarına ne oldu da birbirlerine karşı cephe almaya çalışıyorlar? Bütün bu oyun ve tezgahların, cephede mertçe savaşı kazanamamanın verdiği acımasızlıkla, kardeşi kardeşe kırdırtmaya çalışan, yüze dost, enseye düşman hainlerin planlarına karşı düştüğünüz gafletten daha ne zaman uyanacaksınız?... Gaflet ve dalalet içerisinde olan sizlerin sayısı yok denecek kadar azınlıkta olsa da, bilmelisiniz ki, bizim için özel bir öneminiz var. Siz ecdadınızın maneviyatını arka plana atarak bu ülkenin değerlerine zarar vermeyi marifet kabul etseniz de unutmayın ki, bizim marifet olarak gördüğümüz sadece sizleri kazanmaya yönelik icraatlardır. M. Kemal Atatürk'ün; “ Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar” sözünü düstur edinmiş, M. Akif'in;
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer.
Sana dar gelmeyecek makber'i kimler kazsın?
“ Gömelim gel seni tarihe ” desem, sığmazsın
Bu, taşındır” diyerek Kâbe’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına!
Dizelerini, etnik kökene bakılmaksızın ruhumuza işlemiş tek bir milletiz. Bu dizelerin bir yarışma için bir araya getirilmeye çalışılan sözcükler olmadığını, sizleri kardeşlerinize (Türk Milleti) karşı kışkırtanlar çok iyi biliyorlar. Amaçlarına ulaşmayacaklarını bile bile, rüzgârın kayayı değil ancak üzerindeki tozu alabileceği gerçeğini sizden gizleyerek. Toz gibi kullanılmaktan kaçının artık. Hem de bugün. Aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle andığımız bu kutlu günde… 21 Mart Nevruz Bayramı kutlama bahanesiyle olay ve eylem yapma, yeni ocaklar söndürme, yeni yüreklere ateş düşürme hazırlığında olan hainlerin oyununu bozarak özünüze dönün… Bastığınız toprakların altında kefensiz yatan şehit atalarınızın kemiklerini daha fazla sızlatmadan yuvanıza dönün. Sizi hasretle, özlemle bekliyoruz. Şehit atalarımızın yüklediği sorumluluk bilinci ve kardeşlik duygularıyla bekliyoruz… Duyuyor musunuz sizi çağırıyoruz?
Kullanıcı avatarı
BIDIBIDI
Web Master
Web Master
Mesajlar: 8611
Kayıt: 01 Haz 2006, 03:01
İletişim:

Mesaj gönderen BIDIBIDI »

Ellerinize sağlık efendim, anlatılan olaylar gerçekten ibretlik..

Yiğitlik, iyilik, vatan sevgisi, ahlak...

Düşmanın Yarasını sarmak, Yaralı Düşmanı siperine götürmek..

Bunu hangi ülkenin insanı yapar...

Gururluyuz, Umutluyuz :!:

Yüreğinize sağlık.
Cevapla

“Mektuplarınız-Denemeleriniz-Makaleleriniz” sayfasına dön