Bidibidi Yenileniyor !
23 Nisan 2021 tarihinden önce hesabın varsa Şifreni Sıfırlaman gerek: TIKLA ŞİFRE SIFIRLA | Her şeye sana özel olan panelinden ulaşabileceksin. Seni evine bekliyoruz: https://www.bidibidi.com
[YENİLENDİ] Kullanıcı, Kayıt, Üyelik ve Profil Sistemi
[YENİLENDİ] Bidibidi Oyun Bölümü
[BEKLİYOR] Forum, Galeri, Diğer Bölümler
KAYDOL
23 Nisan 2021 tarihinden önce hesabın varsa Şifreni Sıfırlaman gerek: TIKLA ŞİFRE SIFIRLA | Her şeye sana özel olan panelinden ulaşabileceksin. Seni evine bekliyoruz: https://www.bidibidi.com
[YENİLENDİ] Kullanıcı, Kayıt, Üyelik ve Profil Sistemi
[YENİLENDİ] Bidibidi Oyun Bölümü
[BEKLİYOR] Forum, Galeri, Diğer Bölümler
KAYDOL
Müsade Özdemir Şiirleri
-
- Hoş Geldiniz (Acemi Üye)
- Mesajlar: 23
- Kayıt: 29 May 2009, 17:27
Bu aşk başka
yürek aynı yürek
aşk başka
sonsuz bir ninniyle uyur gibi
dalmışım aşka
insan başka insanlık başka
sonsuz ufkun serinliğinde
dalmışım aşka
güzellikler içindeyim
ilkbaharım
yaprak yaprak-çiçek çiçek dirilen ağaç dallarında
küçük bir kızın umursuz sevincindeyim
koca koca apartmanları ittiriyorum
gölgeleri yok ediyorum
eziyorum
asaleti silik zatları siliyorum dünyamdan
engelliyorum
şanlı künyelerimizin kazındığı taşlardan gölgeleri siliyorum
ayak altında kuru otlar
deviniyor asaleti bozuk zatlar
deviniyorlar
insanlığa yozluk, insana yobazlık nakışlayanlar
üfürükçüler
alınlarını yere vura vura kirletenler
dümbeleği elinde vebalı bilimciler
ve havariler, mırıltılarla-horultularla
çoğalıyor kutsal olana küfretme gücü
çoğalıyor toprağın alnına sürülen lekeler
kurnazlık tohumları
ekiliyor çekirdekler
çoğalıyor serkeşlik, sığlaşıyor asalet
yoktur talihin gözü - laldır dili
kim bilecek şimdi avlanmanın geleceği günleri
faziletsizi - yezidi
dalıyor hesaba- insanlıktan sapa
en keskin dönemecin uçurumlarını yırtan çığlıkta
küçülüyor
deryalar- kıtalar- fabrikalar
köprüler- limanlar- bankalar
asırlık karabasanın ninnileri deler gibi
yıldırımlar-şimşeklerle baharı müjdeler gibi
dalmışım aşka
bu aşk başka
küçük bir kızın uzun saçlarını bahar çiçekleriyle süsler gibi.
Müsade Özdemir
yürek aynı yürek
aşk başka
sonsuz bir ninniyle uyur gibi
dalmışım aşka
insan başka insanlık başka
sonsuz ufkun serinliğinde
dalmışım aşka
güzellikler içindeyim
ilkbaharım
yaprak yaprak-çiçek çiçek dirilen ağaç dallarında
küçük bir kızın umursuz sevincindeyim
koca koca apartmanları ittiriyorum
gölgeleri yok ediyorum
eziyorum
asaleti silik zatları siliyorum dünyamdan
engelliyorum
şanlı künyelerimizin kazındığı taşlardan gölgeleri siliyorum
ayak altında kuru otlar
deviniyor asaleti bozuk zatlar
deviniyorlar
insanlığa yozluk, insana yobazlık nakışlayanlar
üfürükçüler
alınlarını yere vura vura kirletenler
dümbeleği elinde vebalı bilimciler
ve havariler, mırıltılarla-horultularla
çoğalıyor kutsal olana küfretme gücü
çoğalıyor toprağın alnına sürülen lekeler
kurnazlık tohumları
ekiliyor çekirdekler
çoğalıyor serkeşlik, sığlaşıyor asalet
yoktur talihin gözü - laldır dili
kim bilecek şimdi avlanmanın geleceği günleri
faziletsizi - yezidi
dalıyor hesaba- insanlıktan sapa
en keskin dönemecin uçurumlarını yırtan çığlıkta
küçülüyor
deryalar- kıtalar- fabrikalar
köprüler- limanlar- bankalar
asırlık karabasanın ninnileri deler gibi
yıldırımlar-şimşeklerle baharı müjdeler gibi
dalmışım aşka
bu aşk başka
küçük bir kızın uzun saçlarını bahar çiçekleriyle süsler gibi.
Müsade Özdemir
-
- Hoş Geldiniz (Acemi Üye)
- Mesajlar: 23
- Kayıt: 29 May 2009, 17:27
Çekilmiş kovuğuna
ne güzelmiş derin uyku
seyret bak elinde bir başka el yok
insanlığa yatırmış aklını
belli
bir çocuk uyuyor
elleri yalnızlığın gölgesini onarıyor
çekilmiş kovuğuna
umudun kuru dalları arasında
bahçesiz baharsız
bir çocuk uyuyor
tükenişin çığlığı dağları tırmalıyor
orada
mısralar çok uzakta
yazılar silik
yazılar ıslak
çocuk saklambaç oyunlarında
bulutun altında
perçemi alnında bir çocuk uyuyor
güneş görünüyor kayboluyor
görünüyor kayboluyor
Müsade Özdemir
ne güzelmiş derin uyku
seyret bak elinde bir başka el yok
insanlığa yatırmış aklını
belli
bir çocuk uyuyor
elleri yalnızlığın gölgesini onarıyor
çekilmiş kovuğuna
umudun kuru dalları arasında
bahçesiz baharsız
bir çocuk uyuyor
tükenişin çığlığı dağları tırmalıyor
orada
mısralar çok uzakta
yazılar silik
yazılar ıslak
çocuk saklambaç oyunlarında
bulutun altında
perçemi alnında bir çocuk uyuyor
güneş görünüyor kayboluyor
görünüyor kayboluyor
Müsade Özdemir
-
- Hoş Geldiniz (Acemi Üye)
- Mesajlar: 23
- Kayıt: 29 May 2009, 17:27
Dışarıda Ölüm Var
kapıların altından
odalara, duvarlara, yataklara sızan korku
dayandığımız
dayanamadığımız yığınla
can-dı
şekilden şekile sokulan insandı
yıkım hanelerde, tımarhanelerde yığınla
hayatın hüzünlü ışığı altında, teslim oldu savaşlara
çatışmalara
doğdu ölüm hikayeleri anarşist ağızlardan
kapaksız gözlerimiz, ıslak kirpiklerimiz şahit
binlerce çocuk düştü uçurumlardan
sabi sübyanmış adları
konuşmadan
adres bırakmadan
toprağı kara bir bulut gibi havalandıran
ölüm kulak kesilmiş dışarıda
küçücük ellere, saf yüreklere
mor dağların ötesinde uzansın kurtarıcı ellerimiz
nefesi can, nefesi kan versin damarlarımıza
adsız utançlardan, telaşlı acılardan uzak
derme çatma barınaklar yapalım
eşsiz bir güzellikte
bahçesinde deli gibi kanat çırpmaya
zeytin dalı ağzında
bir güvercin her biri, bir kanarya
uçurtmalar uçursunlar göğe
özgürlük orada diye
şehirlere, ilçelere, beldelere, köylere
bir kıvılcım yediden yetmişe
her sokak, her ırmak
meyve ağaçları, ekin tarlaları, her ot dalı ısınsın
kurtlar ulumalarından, ayırlar postlarından sıyrılsın
savaşlardan, silahlardan arınnmaya
kutsanmaya
tıpkı güneşin doğduğu gibi anlam kazannmaya
yediden yetmişe bir kıvılcım
bir kıvılcım gülümsemeye
diyelim hayranlık içinde
diyelim ki, bizimkilerden güzel çocuk yok
diledikçe
binlerce
on binlerce
adı ilkbahar olsun
ölüm uyanmasın kış uykusundan
Müsade Özdemir
kapıların altından
odalara, duvarlara, yataklara sızan korku
dayandığımız
dayanamadığımız yığınla
can-dı
şekilden şekile sokulan insandı
yıkım hanelerde, tımarhanelerde yığınla
hayatın hüzünlü ışığı altında, teslim oldu savaşlara
çatışmalara
doğdu ölüm hikayeleri anarşist ağızlardan
kapaksız gözlerimiz, ıslak kirpiklerimiz şahit
binlerce çocuk düştü uçurumlardan
sabi sübyanmış adları
konuşmadan
adres bırakmadan
toprağı kara bir bulut gibi havalandıran
ölüm kulak kesilmiş dışarıda
küçücük ellere, saf yüreklere
mor dağların ötesinde uzansın kurtarıcı ellerimiz
nefesi can, nefesi kan versin damarlarımıza
adsız utançlardan, telaşlı acılardan uzak
derme çatma barınaklar yapalım
eşsiz bir güzellikte
bahçesinde deli gibi kanat çırpmaya
zeytin dalı ağzında
bir güvercin her biri, bir kanarya
uçurtmalar uçursunlar göğe
özgürlük orada diye
şehirlere, ilçelere, beldelere, köylere
bir kıvılcım yediden yetmişe
her sokak, her ırmak
meyve ağaçları, ekin tarlaları, her ot dalı ısınsın
kurtlar ulumalarından, ayırlar postlarından sıyrılsın
savaşlardan, silahlardan arınnmaya
kutsanmaya
tıpkı güneşin doğduğu gibi anlam kazannmaya
yediden yetmişe bir kıvılcım
bir kıvılcım gülümsemeye
diyelim hayranlık içinde
diyelim ki, bizimkilerden güzel çocuk yok
diledikçe
binlerce
on binlerce
adı ilkbahar olsun
ölüm uyanmasın kış uykusundan
Müsade Özdemir
-
- Hoş Geldiniz (Acemi Üye)
- Mesajlar: 23
- Kayıt: 29 May 2009, 17:27
Eğme Başını
gölgesinde kaybolmuş bir çocuğun sesini yazıyorum
ne kadar çaresizlik varsa hepsini aldım
doludizgin ağlıyorum
sırt çevirdim şimdi
isyanlarımı döktüm kentin sınırlarına
sararıp solmuş kapılardan çıkıp gittim
hayatın yorgunluğuna bulanmış yanını da aldım yanıma
kolum-kanadım kırık olsa da
taşırım korkma
buz yanığı gözlerim tanık
yarı uyur-yarı uyanık
kalırım korkma
olur da bir gün ararsan
koyu karanfil rengiyle uçurumun kıyısında
aman boşver, sen beni tanıyamazsın nasılsa
düşler görsen desen desen
hiç görülmemiş
gel desen-sar desen
sözcüklerin tükenişten ibaret
karanlığa yazılmışım, artık adım kayıp benim
dönüp dönüp ölümler doğurdum al baştan
bir onlar bilir beni
bir onları öptüm çünkü
ölümün dudakları
bir de ayrılıkları
annem hep derdi, yutkun yutkunabildiğince
pencereleri tırmalayan karanlığın içinde kim tanır seni
evler suskun, kent suskun, suskun sokaklar
bilmez misin, dönüp sana açılır kanatlandırdığın acılar
sakın eğme başını sen dayanıklısın derdi annem
kandırırdı beni
efsunlu sesi de göğsü de uzak şimdi
şefkat babamın nasırlı ellerinde kaldı
iğde kokulu akşamlar yok şimdi
gün ağarmayacak ki, faydası yok darağacındaki çırpınışın
eşkali silik yarınları tellere sardım
işte tam burada boşluğum, içine külleri gömeceğim
varsın üzülenler olsun, vız gelir ölümün zorluğu
Müsade Özdemir
gölgesinde kaybolmuş bir çocuğun sesini yazıyorum
ne kadar çaresizlik varsa hepsini aldım
doludizgin ağlıyorum
sırt çevirdim şimdi
isyanlarımı döktüm kentin sınırlarına
sararıp solmuş kapılardan çıkıp gittim
hayatın yorgunluğuna bulanmış yanını da aldım yanıma
kolum-kanadım kırık olsa da
taşırım korkma
buz yanığı gözlerim tanık
yarı uyur-yarı uyanık
kalırım korkma
olur da bir gün ararsan
koyu karanfil rengiyle uçurumun kıyısında
aman boşver, sen beni tanıyamazsın nasılsa
düşler görsen desen desen
hiç görülmemiş
gel desen-sar desen
sözcüklerin tükenişten ibaret
karanlığa yazılmışım, artık adım kayıp benim
dönüp dönüp ölümler doğurdum al baştan
bir onlar bilir beni
bir onları öptüm çünkü
ölümün dudakları
bir de ayrılıkları
annem hep derdi, yutkun yutkunabildiğince
pencereleri tırmalayan karanlığın içinde kim tanır seni
evler suskun, kent suskun, suskun sokaklar
bilmez misin, dönüp sana açılır kanatlandırdığın acılar
sakın eğme başını sen dayanıklısın derdi annem
kandırırdı beni
efsunlu sesi de göğsü de uzak şimdi
şefkat babamın nasırlı ellerinde kaldı
iğde kokulu akşamlar yok şimdi
gün ağarmayacak ki, faydası yok darağacındaki çırpınışın
eşkali silik yarınları tellere sardım
işte tam burada boşluğum, içine külleri gömeceğim
varsın üzülenler olsun, vız gelir ölümün zorluğu
Müsade Özdemir
-
- Hoş Geldiniz (Acemi Üye)
- Mesajlar: 23
- Kayıt: 29 May 2009, 17:27
Gidiyorum Bu Şehirden
ne kışın ayazıdır, beni böyle donduran
ne yazın kavurucu sıcağıdır, eridiğim
yokluğunun yüküdür bu şehrin üzerinde
kıyısında gölgelerimi kaybettiğim
sarar gökyüzünü bir alacakaranlık
yalar bu şehrin nemli duvarlarını
takılır umutlar gecenin pervanelerine
o titreyen sokak lambalarında
sensin adımlarımı yorgun kılan
ah civanım, ateş gözlüm
sokaklar karanlığa, ben sana tutsak
dökülür gözlerimde ışıklar
hasret sarar bu şehri çığlık çığlığa
uyanan hüzünlerin sonsuzluğunda
sokağımda, evimde, yorgun yatağımda
gizli yaralarımı ateşiyle dağlayan
cehenneminde yakan sensizliğin hala burda
ve bu şehrin kükreyen sokaklarında
yok olmaksa kaderim
ölüme düşer gibi giderim
yetmiyor gücüm savaşmaya
dökülüyor yalnızlığım avuçlarıma
bir yudum,
bir yudum daha
içimde sana dair ne varsa, kırık dökük
gömdüm yüreğimin soğuk mağaralarına
koyarak bedenimi bu şehrin namlusuna
gidiyorum işte…
avazım çıktığı kadar ağlamaya
korkmadan adımlamaya sokak taşlarını
şimdi gidiyorum bu şehirden
deli divane gibi
dağıla dağıla
Müsade Özdemir
ne kışın ayazıdır, beni böyle donduran
ne yazın kavurucu sıcağıdır, eridiğim
yokluğunun yüküdür bu şehrin üzerinde
kıyısında gölgelerimi kaybettiğim
sarar gökyüzünü bir alacakaranlık
yalar bu şehrin nemli duvarlarını
takılır umutlar gecenin pervanelerine
o titreyen sokak lambalarında
sensin adımlarımı yorgun kılan
ah civanım, ateş gözlüm
sokaklar karanlığa, ben sana tutsak
dökülür gözlerimde ışıklar
hasret sarar bu şehri çığlık çığlığa
uyanan hüzünlerin sonsuzluğunda
sokağımda, evimde, yorgun yatağımda
gizli yaralarımı ateşiyle dağlayan
cehenneminde yakan sensizliğin hala burda
ve bu şehrin kükreyen sokaklarında
yok olmaksa kaderim
ölüme düşer gibi giderim
yetmiyor gücüm savaşmaya
dökülüyor yalnızlığım avuçlarıma
bir yudum,
bir yudum daha
içimde sana dair ne varsa, kırık dökük
gömdüm yüreğimin soğuk mağaralarına
koyarak bedenimi bu şehrin namlusuna
gidiyorum işte…
avazım çıktığı kadar ağlamaya
korkmadan adımlamaya sokak taşlarını
şimdi gidiyorum bu şehirden
deli divane gibi
dağıla dağıla
Müsade Özdemir
-
- Hoş Geldiniz (Acemi Üye)
- Mesajlar: 23
- Kayıt: 29 May 2009, 17:27
Huyuna Yandıklarım Küfre Zorluyor Beni
eskidendi kargalar yoktu etrafımızda
güç bizi kucaklar kaldırırdı tembelliğin gölgesinden
kesekli ve engebeli tarlalarda
sabanın çelik kulağı dalınca toprağın derinliklerine
üstümüzde yağmur, ayaklarımızda çamur
toprağa elimizle buğday ekerdik
çiftçisi, işçisi, amelesi, çobanı, insandı insan
marifet buydu
tek yumrukta ezilirken kuru soğan
ne bir kavga, ne de kara bir utanç
bir bardak çay ve sıcacık dost sesleriydi
gözlerimizin şen aydınlığını çoğaltan
yürek nasıl büyükse öyle mutlu
günboyu hiç bitmeyen bir koşuydu
boğuşur dururduk orakla, yabayla, çapayla
bir sigara içimi dinlenmelerimiz, verdiğimiz mola
yaban ağaçlarının altında çıplak ayakla
çekerdik ciğerlerimize memleket havasını
belleğimizin derinliklerinde yatan kutsallıklar
güzelliğimiz gibi göçüp gitti
bir sıcak sohbetten, bir bardak çaydan habersiz
ömür sarnıcında maddenin, damarlar kaynamış, çamurlar yol almış
sızmış menfaatin sarkacından kin ve öfke
dağılmış evrene, dal veriyor kirli paslı düşünce
köy patikalarında, şehir asfaltlarında yolu şaşıran cinler
hırslarını mazlumda dindiren hin oğlu hinler
mafyada, kahyada, kasatura - kan
cinayetler - ihanetler
karınlarında suç kaynayan köstebekler
kümeste yumurtasını yumurtlamış bir tavuğun bağırtısı
eğitilmiş köpekler
toprağına ulusuna, dostuna yabancılaşanlar
insanlığa dertten öte bir katkıda bulunmayanlar
göğse kadar kan içip, ölüm kusan porsuklar
soyguncular – vurguncular
ip üstünde numaracılar kandırıyorlar safları
ekmek ve biçmek
bulmak ve almak arasındaki çelişkide
susturdular mantığın serzenişlerini
yıkılır mi bu mezbelelik
lekeli eller türedi, hırslı duruşuyla gövdeleri
her gün yeni çıkarlar eklediler çıkarlarına
ruhları sevgisiz, soğuk yüzleri
dokunsan teline hırçın bir kedidir dişleri parlar
zehir zıkkım bulasıcalar
huyuna yandıklarım küfre zorluyor beni
Müsade Özdemir
eskidendi kargalar yoktu etrafımızda
güç bizi kucaklar kaldırırdı tembelliğin gölgesinden
kesekli ve engebeli tarlalarda
sabanın çelik kulağı dalınca toprağın derinliklerine
üstümüzde yağmur, ayaklarımızda çamur
toprağa elimizle buğday ekerdik
çiftçisi, işçisi, amelesi, çobanı, insandı insan
marifet buydu
tek yumrukta ezilirken kuru soğan
ne bir kavga, ne de kara bir utanç
bir bardak çay ve sıcacık dost sesleriydi
gözlerimizin şen aydınlığını çoğaltan
yürek nasıl büyükse öyle mutlu
günboyu hiç bitmeyen bir koşuydu
boğuşur dururduk orakla, yabayla, çapayla
bir sigara içimi dinlenmelerimiz, verdiğimiz mola
yaban ağaçlarının altında çıplak ayakla
çekerdik ciğerlerimize memleket havasını
belleğimizin derinliklerinde yatan kutsallıklar
güzelliğimiz gibi göçüp gitti
bir sıcak sohbetten, bir bardak çaydan habersiz
ömür sarnıcında maddenin, damarlar kaynamış, çamurlar yol almış
sızmış menfaatin sarkacından kin ve öfke
dağılmış evrene, dal veriyor kirli paslı düşünce
köy patikalarında, şehir asfaltlarında yolu şaşıran cinler
hırslarını mazlumda dindiren hin oğlu hinler
mafyada, kahyada, kasatura - kan
cinayetler - ihanetler
karınlarında suç kaynayan köstebekler
kümeste yumurtasını yumurtlamış bir tavuğun bağırtısı
eğitilmiş köpekler
toprağına ulusuna, dostuna yabancılaşanlar
insanlığa dertten öte bir katkıda bulunmayanlar
göğse kadar kan içip, ölüm kusan porsuklar
soyguncular – vurguncular
ip üstünde numaracılar kandırıyorlar safları
ekmek ve biçmek
bulmak ve almak arasındaki çelişkide
susturdular mantığın serzenişlerini
yıkılır mi bu mezbelelik
lekeli eller türedi, hırslı duruşuyla gövdeleri
her gün yeni çıkarlar eklediler çıkarlarına
ruhları sevgisiz, soğuk yüzleri
dokunsan teline hırçın bir kedidir dişleri parlar
zehir zıkkım bulasıcalar
huyuna yandıklarım küfre zorluyor beni
Müsade Özdemir
-
- Hoş Geldiniz (Acemi Üye)
- Mesajlar: 23
- Kayıt: 29 May 2009, 17:27
Ismarlama Hayatlar
çatısı alçıdan bir maske
sararmış odalar
çürümüş ruhlar
ve ısmarlama hayatlar
aşkları
ve mihrapları
güzel örtülerle süslü
nemli dudaklar canlandırmış deviniyi
ufukta dolanan hafif bulutlar gibi
düşünceler çiçekli bahçelerde
karşı durulmaz duyguların mahkumu
bilincin öğütlediği gevşek ahlak
kötülükle
dirsek dirseğe
geliyor sansarın alçaltıcı zevki
yüzü usul usul çözülüyor
biraz yeşil
biraz kekre
sararmış odalarda
dallar yaş
dallar körpe
dallar dumanlara karışıyor
dışarıda rüzgar
dallarında sansar
sallanıyor iğde ağaçları
kaygısız neşe içinde
bir vuruş ki imanına kadar
insanlık tükeniyor
tatlanıyor damaklardaki zehir
para değer kazanıyor
Müsade Özdemir
çatısı alçıdan bir maske
sararmış odalar
çürümüş ruhlar
ve ısmarlama hayatlar
aşkları
ve mihrapları
güzel örtülerle süslü
nemli dudaklar canlandırmış deviniyi
ufukta dolanan hafif bulutlar gibi
düşünceler çiçekli bahçelerde
karşı durulmaz duyguların mahkumu
bilincin öğütlediği gevşek ahlak
kötülükle
dirsek dirseğe
geliyor sansarın alçaltıcı zevki
yüzü usul usul çözülüyor
biraz yeşil
biraz kekre
sararmış odalarda
dallar yaş
dallar körpe
dallar dumanlara karışıyor
dışarıda rüzgar
dallarında sansar
sallanıyor iğde ağaçları
kaygısız neşe içinde
bir vuruş ki imanına kadar
insanlık tükeniyor
tatlanıyor damaklardaki zehir
para değer kazanıyor
Müsade Özdemir
-
- Hoş Geldiniz (Acemi Üye)
- Mesajlar: 23
- Kayıt: 29 May 2009, 17:27
Sarı Kavağın Ninnisi
bin yıl önce çıkmıştım yola
bir karıncaydım çölün ortasında
küçücüktü ayaklarım
bin kez ölüp, bin kez dirilirdim yolunda
varsa, sende olmak
varsa, gözlerinde yaşamak
ormanların eşsiz hazinesi, o bitmeyen yeşili
yüreğimin sevgiyle bereketlenmesi
nehirlerin coşması, bitmeyen bir seviyle akması toprağa
dallanıp budaklanması ağaçların
çiçeklenip yemişe durması
harcım değil ki seni unutmak
sana bağlanmak, sana adanmaktı her yerde
yalana, yanılgıya yer bırakmayan bir gerçekle sevince
o uzun gecelerde
masal dinleyen çocuklar gibi kurulurdum dizlerine
nice düşler gerçeğe dururdu
kah annem olurdun, kah babam
içimde hasretten bir kor olurdu
yitiklerle dokunan dilsiz bir ömür neyi anlatır
tükenmek içten içe
ölüme sözlenerek yıldızsız bir gecede
gitmek neyin adı bilir misin
neredesin
ömrümü yükledim yuvasız kuşların kanatlarına
ölüm adına
gözlerim demir attı karanlığa
yüreğim tarifsiz acılarda
her geceyarısından sonra, çekiyor içine buzul sessizliği
her şeyin rengini yitirdiği yerde
yelin önüne katıp sürüklediği
hendeklere doldurduğu sarı yapraklar gibi
iz bırakmadan, çürüyüp gitmeleri bilir misin
yalnızlığın karanlığına
sessizliğin bataklığına basarak düşlerimi
ellerimle yumdum içimi
kara bahtımın her gün biraz daha kararacağını bile bile
yenileceğimi, tükeneceğimi bile bile
sen diyerek
bekleyerek taşırdım acılarımı
sen diyorum, omuzlarıma kar yağıyor
sen diyorum, saatler vedayı kuşanıyor
yokluğun buz yanığı ovuşturduğum avuçlarımda
bazen şafağın kızıllığında
bazen gecenin dikenli karanlığında
ve yaralı
ve yorgun
ve sana tutkun
tepeden tırnağa
Müsade Özdemir
bin yıl önce çıkmıştım yola
bir karıncaydım çölün ortasında
küçücüktü ayaklarım
bin kez ölüp, bin kez dirilirdim yolunda
varsa, sende olmak
varsa, gözlerinde yaşamak
ormanların eşsiz hazinesi, o bitmeyen yeşili
yüreğimin sevgiyle bereketlenmesi
nehirlerin coşması, bitmeyen bir seviyle akması toprağa
dallanıp budaklanması ağaçların
çiçeklenip yemişe durması
harcım değil ki seni unutmak
sana bağlanmak, sana adanmaktı her yerde
yalana, yanılgıya yer bırakmayan bir gerçekle sevince
o uzun gecelerde
masal dinleyen çocuklar gibi kurulurdum dizlerine
nice düşler gerçeğe dururdu
kah annem olurdun, kah babam
içimde hasretten bir kor olurdu
yitiklerle dokunan dilsiz bir ömür neyi anlatır
tükenmek içten içe
ölüme sözlenerek yıldızsız bir gecede
gitmek neyin adı bilir misin
neredesin
ömrümü yükledim yuvasız kuşların kanatlarına
ölüm adına
gözlerim demir attı karanlığa
yüreğim tarifsiz acılarda
her geceyarısından sonra, çekiyor içine buzul sessizliği
her şeyin rengini yitirdiği yerde
yelin önüne katıp sürüklediği
hendeklere doldurduğu sarı yapraklar gibi
iz bırakmadan, çürüyüp gitmeleri bilir misin
yalnızlığın karanlığına
sessizliğin bataklığına basarak düşlerimi
ellerimle yumdum içimi
kara bahtımın her gün biraz daha kararacağını bile bile
yenileceğimi, tükeneceğimi bile bile
sen diyerek
bekleyerek taşırdım acılarımı
sen diyorum, omuzlarıma kar yağıyor
sen diyorum, saatler vedayı kuşanıyor
yokluğun buz yanığı ovuşturduğum avuçlarımda
bazen şafağın kızıllığında
bazen gecenin dikenli karanlığında
ve yaralı
ve yorgun
ve sana tutkun
tepeden tırnağa
Müsade Özdemir
-
- Hoş Geldiniz (Acemi Üye)
- Mesajlar: 23
- Kayıt: 29 May 2009, 17:27
Sustu Içimde O Boş Söylem
rüzgarlı bayırlarda
ne güzeldir çalı kuşlarının cıvıltılarını dinlemek
güneşin tatlı ılık sıcaklığını içine çekmek
ne güzel
ne güzeldir sevmek
o densiz dilimdir beni önüne katıp sürükleyen
avuçlarımda funda kokularıyla dolu temiz bir hava
parlak güneş
inadına gırtlağıma kadar
illede illede diyerek başladığım isyanda
tımarhaneye kapatılmak tehlikesini göze aldım
sesimde müthiş çılgın bir sevgi
daldım meydanlara
anasına avradına
rastladığıma
pencere pervazlarında, kapı kilitlerinde eller
bir uyuklama gezintisi
gelip geçici kadınlarda duraklayan şehvetliler
durmadan vızıldayıp inleyen
saz benizliler
mariz bedenlerine, doyumsuz gözlerine
bir tükürdüm
bir daha
kaldırım taşlarında kara adamlar, kanlı gözlerle
yüzleri yüzüme benzemiyor kalpleri de
ekşi suratlılar gözlerini kaşları altında kuşkuyla kısmış
en büyük avının heyecanıyla bebek yüzlü yarasalar
sadist duygular
sarhoşlar
kumarbazlar
en kötü rastlantılar
sevgi
neredeydi
geçemedim yolun ötesine duraksadım
bir kat daha çoğalmış yedi başlı ejderhanın alevi
susup kaldım
tükenişini dinledim sokaklarda
sustu içimde o boş söylem
Müsade Özdemir
rüzgarlı bayırlarda
ne güzeldir çalı kuşlarının cıvıltılarını dinlemek
güneşin tatlı ılık sıcaklığını içine çekmek
ne güzel
ne güzeldir sevmek
o densiz dilimdir beni önüne katıp sürükleyen
avuçlarımda funda kokularıyla dolu temiz bir hava
parlak güneş
inadına gırtlağıma kadar
illede illede diyerek başladığım isyanda
tımarhaneye kapatılmak tehlikesini göze aldım
sesimde müthiş çılgın bir sevgi
daldım meydanlara
anasına avradına
rastladığıma
pencere pervazlarında, kapı kilitlerinde eller
bir uyuklama gezintisi
gelip geçici kadınlarda duraklayan şehvetliler
durmadan vızıldayıp inleyen
saz benizliler
mariz bedenlerine, doyumsuz gözlerine
bir tükürdüm
bir daha
kaldırım taşlarında kara adamlar, kanlı gözlerle
yüzleri yüzüme benzemiyor kalpleri de
ekşi suratlılar gözlerini kaşları altında kuşkuyla kısmış
en büyük avının heyecanıyla bebek yüzlü yarasalar
sadist duygular
sarhoşlar
kumarbazlar
en kötü rastlantılar
sevgi
neredeydi
geçemedim yolun ötesine duraksadım
bir kat daha çoğalmış yedi başlı ejderhanın alevi
susup kaldım
tükenişini dinledim sokaklarda
sustu içimde o boş söylem
Müsade Özdemir
-
- Hoş Geldiniz (Acemi Üye)
- Mesajlar: 23
- Kayıt: 29 May 2009, 17:27
Vuslatsız Geceler
duy sevgili
o saatlerde nükseder gamlı hallerim
kaybederim senden yana ne varsa
kimi ağlar, kimi sızlar
ve zamanı parçalayan gözlerim
yorgun umutlarla geceye sızar
imkanı yok tesellinin
sen o kadranı bozuk saatlerde
vuslatsız aşıkların dilindeki şarkı
düşünce gecenin alnına
hasret perdeleri, pencerelerde kat kat
adını haykırsam göklere neye yarar
o garip
o soğuk sızı iner yüreğime
bir tutam hüzün dökülür sürmelerime
yaslarıma kederlerime
büker boynunu saksıdaki menekşe
hasret dokurum gecenin tezgahlarında
düşünce hayalin gözlerimden
bahar mı, hazan mı bilinmez
bu yürek yaralanır hey yar
dökülmez avuçlarıma ne ay ne yıldız
yokluğun kadar
sabah olmuş güneş doğmuş neye yarar
sensizlik sürgünüm olur
götürür beni sevda kıran rüzgarlar
duy sevgili
böyle kaç mevsim geçti
kara yazgılı kaderin ellerinden
mutluluk geç kaldı, ayrılık daha tez
vuruldum kırk yerimden, dağıldım
böyle kaç kez…seni aradım
düşlerim gecenin tutsağında
saatlerse hep sensizliği vurdu
bir yanımda dilsiz kapım
bir yanımda yorgun yatağım
gözlerimdeyse o deli sevda
ne gecelerde buldum seni,
ne gündüzlerde
an geldi sustum
zemheri vurgunu dudaklarımdaki
hasret kurşunuyla kendimi vurdum
yoksun...
Müsade Özdemir
duy sevgili
o saatlerde nükseder gamlı hallerim
kaybederim senden yana ne varsa
kimi ağlar, kimi sızlar
ve zamanı parçalayan gözlerim
yorgun umutlarla geceye sızar
imkanı yok tesellinin
sen o kadranı bozuk saatlerde
vuslatsız aşıkların dilindeki şarkı
düşünce gecenin alnına
hasret perdeleri, pencerelerde kat kat
adını haykırsam göklere neye yarar
o garip
o soğuk sızı iner yüreğime
bir tutam hüzün dökülür sürmelerime
yaslarıma kederlerime
büker boynunu saksıdaki menekşe
hasret dokurum gecenin tezgahlarında
düşünce hayalin gözlerimden
bahar mı, hazan mı bilinmez
bu yürek yaralanır hey yar
dökülmez avuçlarıma ne ay ne yıldız
yokluğun kadar
sabah olmuş güneş doğmuş neye yarar
sensizlik sürgünüm olur
götürür beni sevda kıran rüzgarlar
duy sevgili
böyle kaç mevsim geçti
kara yazgılı kaderin ellerinden
mutluluk geç kaldı, ayrılık daha tez
vuruldum kırk yerimden, dağıldım
böyle kaç kez…seni aradım
düşlerim gecenin tutsağında
saatlerse hep sensizliği vurdu
bir yanımda dilsiz kapım
bir yanımda yorgun yatağım
gözlerimdeyse o deli sevda
ne gecelerde buldum seni,
ne gündüzlerde
an geldi sustum
zemheri vurgunu dudaklarımdaki
hasret kurşunuyla kendimi vurdum
yoksun...
Müsade Özdemir