Bidibidi Yenileniyor !

23 Nisan 2021 tarihinden önce hesabın varsa Şifreni Sıfırlaman gerek: TIKLA ŞİFRE SIFIRLA | Her şeye sana özel olan panelinden ulaşabileceksin. Seni evine bekliyoruz: https://www.bidibidi.com


[YENİLENDİ] Kullanıcı, Kayıt, Üyelik ve Profil Sistemi
[YENİLENDİ] Bidibidi Oyun Bölümü

[BEKLİYOR] Forum, Galeri, Diğer Bölümler


KAYDOL

Osmanlı Devleti'nin gücü

Osmanlı Imparatorluğunun kuruluş dönemi.
Cevapla
Fachmann
Katılımcı Üye
Katılımcı Üye
Mesajlar: 700
Kayıt: 14 Ara 2008, 00:16

Osmanlı Devleti'nin gücü

Mesaj gönderen Fachmann »

Osmanlı Devleti'nin gücü

Milletimiz, ufak bir aşiretten anavatanda bağımsız bir devlet kurduktan başka batı âlemine, düşman içine girdi ve orada çok büyük güçlükler içinde bir imparatorluk kurdu. Ve
bunu, bu imparatorluğu altı yüz yıldan beri tam bir hayranlık ve büyüklükle devam ettirdi. Bunu başaran bir millet, elbette yüksek siyasî ve idarî niteliklere sahiptir. Böyle bir vaziyet yalnız kılıç kuvvetiyle olamazdı. Dünyaca bilinmektedir ki, Osmanlı Devleti pek geniş olan ülkesinde bir sınırından diğer sınırına ordusunu olağanüstü hızla ve tamamen donatılmış olarak naklederdi. Ve bu orduyu aylarca ve belki de yıllarca iyi besler ve idare ederdi. Böyle bir hareket yalnız ordu kuruluşunun değil, bütün devlet kuruluşlarının olağanüstü üstünlüğünü ve kendilerinin yetenekli olduğunu gösterir.
1919 (Nutuk III, s. 1182-1183)

Doğu Sorunu

Biliyorsunuz ki, batı âlemi Osmanlı Devleti'ni yıkmak için ortaya Doğu Sorunu adıyla bir sorun çıkarmıştı. Batı öyle zannediyordu ki, Osmanlı Devleti'ni yıkmakla onu oluşturan ana unsuru da yıkacaktı. Gerçi başarılı oldu; fakat ikincisinde olamadı ve olamayacaktır. Batı âlemi hâlâ
bir gerçeği görmek ve itiraf etmek istemiyor ki, o da eski Osmanlı Devleti'nin çökmüş olduğu ve yeni Türkiye Devleti'nin doğduğudur. Türk milleti kendi ismine dayanarak bir devlet kurmuş, çaba ve kudretiyle yeniden meydana çıkmıştır.
1923 (Atatürk'ün S.D.II, s.89)

Osmanlı Devleti ve çöküş sebepleri

Türk milleti, bin yıldan fazla bir zamandır bu topraklarda yaşama hakkına sahiptir. Bu eskiye ait kalıntılarla belirlenmiştir. Osmanlı Devleti'ne gelince, bu devlet yedi yüzyıldır yaşamaktadır ve muhteşem geçmişi ve tarihiyle övünebilir. Biz, kudreti ve görkemi bütün dünyada, Asya, Avrupa ve Afrika kıt'alarında tanınan bir milletiz. Savaşçılarımız ve ticaret gemilerimiz okyanusları aşmışlar ve bayrağımızı Hindistan'a kadar götürmüşlerdir. Yeteneklerimiz, bir zamanlar sahip olduğumuz ve bütün dünyaca bilinen egemenliğimizle kanıtlanmıştır. Fakat son yüzyıl boyunca Avrupa kuvvetlerinin, hükümet merkezimizdeki entrikaları ve bu entrikaların sonucunda bağımsızlığımıza müdahaleleri, ekonomik hayatımızı engelledikleri sınırlamalar, yüzyıllarca bir arada kardeşçe yaşadığımız Müslüman olmayan unsurlarla aramızda ektikleri anlaşmazlık tohumları ve bu durumlara ek olarak hükümetlerimizin zayıflığı ve bunun sonucu olan kötü yönetim, çağdaş seviyede gelişme ve refah yolunda ilerlememize engel oluşturdu. Bugün içinde bulunduğumuz acı durum, hiçbir zaman bizim esastan yetersizliğimizi veya çağdaş uygarlığa uyamadığımızı ifade etmez. Bu, tamamen yukarıda sayılan birbirine zıt sebepler yüzünden ortaya çıkmıştır.
1919 (Atatürk'ün T.T.B.IV, s. 83-84)
Tarihimizle kanıtlanmıştır ki, şimdiye kadar sayısız zaferler elde etmişizdir. Tarihimiz birçok parlak zaferler kaydeder. Fakat zaferle beraber her şey bırakılmış ve verimli sonuçlarını toplamayı ecdadımız ihmal etmiştir.
1923 (Atatürk'ün S.D.I1, s. 53)
Islâm âlemine dahil topluluklar ile Hıristiyan âlemine ait kitleler arasında birbirini affetmez gören bir düşmanlık vardır. Islâmlar Hıristiyanların, Hıristiyanlar Islamların ebedî düşmanları oldular. Birbirlerine kâfir, bağnaz gözüyle baktılar. Iki dünya birbirleriyle yüzyıllardan beri bu bağnazlık ve düşmanlıkla yaşadı. Bu düşmanlığın sonucudur ki, Islâm âlemi batının her yüzyıl yeni bir şekil ve renk alan ilerlemelerinden uzak kalmıştı. Çünkü, Islâm topluluğu o ilerlemelere kibirle, nefretle bakıyordu. Aynı zamanda iki kitle arasında uzun yüzyıllar boyunca devam eden düşmanlık zoruyla Islâm âlemi, silâhını bir an elinden bırakmamak zorunluğunda idi. Işte silâhla bu sürekli uğraşı, düşmanlık duygusuyla batının ilerlemelerine ilgi göstermeme, gerilememizin sebep ve etkenlerinden diğer birini oluşturur.
1923 (Atatürk'ün S.D.1I, s. 139-140)

I. Dünya Savaşı ve Türkiye

Türkiye, Umumî Savaş'a girmeye mecburdu ve mevcut dünya dengesine göre bu giriş şekli de olandan ve görülenden başka türlü olamazdı. Belki savaşa giriş zamanı, belki kuvvetlerin kullanma tarzları, sözün kısası bir sürü ayrıntı tenkit olunabilir. Fakat, esasa diyecek yoktur. Türkiye savaşa girerdi ve böyle girerdi.
1922 (Yunus Nadi, Atatürk'ün Vasıfları, En Büyük Kaybımız, s. 226-227)
1914 yılı sonlarında Sofya'dan, yakın arkadaşı Salih Bozok'a yazdığı mektuptan:
Genel durum hakkında görüşümü soruyorsun. Bu husustaki görüşüm, yalnız sende kalmak şartıyla yazıyorum. Biz hedefimizi belirlemeden umumî seferberlik ilân ettik; bu çok tehlikelidir. Çünkü başımızı bir tarafa mı, yoksa birçok taraflara mı vuracağız? Belli değildir. ..Ben, Almanların bu savaşta galip geleceklerine kesinlikle emin değilim!
1914 (Salih Bozok-Cemil Bozok, Hep Atatürk'ün Yanında, s. 174)


Çanakkale savaşları hakkında

Ingilizler, Arıburnu çıkarmasında, bu cephedeki savaşlarda komutanlarının, askerlerinin gösterdikleri cesareti, dayanıklılığı, cengâverane meziyetleri olağanüstü bir takdir diliyle anıp ilân etmektedirler. Fakat düşünün ki, bütün savaş araçlarıyla tam donatılmış olarak büyük bir inat ve kararlılıkla Arıburnu kıyılarına ayak basan düşmanımız, gene o kıyı kenarlarında kalmaya mecbur olmuştur. Bu sebeple subaylarımız, askerlerimiz vatan ve din duygularıyla, kendilerine özgü millî kahramanlıklarıyla bu derece kuvvetli bir düşmana karşı başkent kapılarını korumakla gerçekten övünmeye değer bir mevki kazanmışlardır. Komuta ettiğim bütün birliklerin subaylarını ve bireylerini birer birer takdir ederim. Bu yüce amaç uğrunda canlarını kahramanca feda eden mukaddes şehitlerimizi derin ve ebedî bir saygıyla anarım.
1913 (Ruşen Eşref Onaydın, Anafartalar KumandanıMustafa Kemal ile Mülakat, 1930, s. 64)
Madam Corinne'e Çanakkale'den yazdığı bir mektuptan:
Burada, benim ismimin duyulmamasına hayret etmemeli; çünkü ben önemli bir savaşın kahramanı olarak Mehmet Çavuş'a şeref kazandırmayı tercih ettim! Tabiî şüphe etmezsiniz ki, savaşı yöneten sizin dostunuzdu ve savaş gecesi, savaşanların saflarında Mehmet Çavuş'u bulan da o Idi.
1915 (Melda Özverim, M.K. ve C.L., s. 52)
Kazanılan zaferler Alman emir ve komutasının değil, Türk erinin cevherini kavrayabilmiş Türk komutanlarının eseridir. Türk milletinin kanında, kromozomlarında atalarından geçen kahramanlık cevheri, üstün savaş mirası vardır. Bu cevheri iyi kullanan komutan, tarihte ve gün içinde zafere ulaşmıştır. Çanakkale zaferi de, diğer zaferler de Türk komutasının, Türk erinin eseridir.
1916 (Rıdvan Nafiz Edgüer, Hayatı ve Eserleri, s.17)
Çanakkale savaşlarını kazandıran ruh
Biz, bireysel kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz; yalnız size Bombasırtı vak'asını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşı siperler arasında uzaklığınız sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak.. Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına tümüyle düşüyor; ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve kadere boyun eğişle biliyor musunuz! Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir bezginlik bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuran-1 Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayrete ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale savaşını kazandıran, bu yüksek ruhtur.
Cevapla

“Kuruluş Dönemi” sayfasına dön